8 Eylül 2016 Perşembe

Çıkmaz Sokak

Karanlık sokaklarda koşmaya başlıyorum. Sokaklar labirent gibi. Bir sokaktan giriyorum başka bir sokaktan çıkıyorum, nereye gittiğimi bilmiyorum. Sadece koşuyorum, sanki biri beni takip ediyor ben de ondan kaçmak için son hızla koşuyorum. Arada bir dönüp arkama bakıyorum, arkamdaki  ne kadar yakın diye. Bir türlü çıkışı bulamıyorum. Sanki sürekli aynı evlerden, aynı sokaklardan geçiyorum. Bu evi daha önce de görmüştüm, bu araba çöp kovasının yanına park etmişti, sokağın sonundaki mor evi nasıl unutabilirim hem kim evini mora bayar ki. Evdeki kapalı perdelerden televizyon ışıkları geliyor cılız cılız, insanlar televizyon karşısında yine bitmek bilmeyen dizileri izleyerek beyinleri uyuşturuyor diye düşünüyorum.

Yıllarca evime televizyon almamak için direnmiştim ve almamıştım.  Utku her eve gelişinde söylenirdi. Herkesin bayıla bayıla izlediği meşhur diziyi hiç mi merak etmiyorum, hadi dizi izlemiyordum peki haberleri nasıl izliyordum, gündemi nasıl takip ediyordum. İnternet var ya diyordum her şeyi, tüm bilgiyi oradan edinebilirsin. Kusura bakma ben akşamları televizyon karşısında beynimi uyuşturmak istemiyorum. Beni anlamazdı biliyorum onu küçümsediğimi düşünürdü bunu dile getirmezdi ama ben bakışlarından anlardım. Kadınlar anlar böyle şeyleri de anlamak istemez. Acaba şu an beni takip eden Utku mu? Çok mu kalbini kırdım ayrılırken acaba şimdi takip ediyor delicesine. Yok ya sanmam kimsenin kalbini kırabilecek biri değildir. Utku olayları içine atar genelde. Attıkları patlamış olmasın. Yok, yok Utku yapmaz böyle şeyler. Utku değilse kim peşimdeki.

Koşmaya devam ediyorum belki ana caddeye ya da meydana çıkarım umuduyla ama daha çok yolumu kaybediyorum. Sokaklarda soru sorabileceğim bir kişi bile yok. Issız ve bomboş sokaklar. Herkes kıyameti beklermiş gibi evine saklanmış, kapıları, perdeleri sıkı sıkıya kapatmış. Perdeler, kapılar sıkı sıkıya kapalıysa beni gözetleyen gözler kimin. Sanki geçtiğim sokaklarda evlerinin perdelerinin arkasına saklanmış insanlar beni gizlice gözetliyor ve ben sokaktan çıkar çıkmaz benim dedikodumu yapmaya başlıyorlarmış gibi.  Fısır fısır konuşmalarını duyar gibiyim. Kesin beni gözetliyorlar, beni konuşuyorlar. Bak kırmızı boyalı evin ikinci katına perdenin arkasından biri beni gözetliyor, sokakta başka kimse yok ki benden başka. Hey sen ne bakıyorsun bu saate sokakta gezen kadın hiç mi görmedin diye bağırıyorum. Saklanma çık ortaya, çık da konuşalım. Hey duyuyor musun beni. Bak kaçıyor, kaçıyor o da hayatımdaki diğer herkes gibi.

Beni gözetleyen adamı boş veriyorum yoluma devam ediyorum. Çok yoruldum biraz soluklansam nasıl olur. Biraz nefes almaya ihtiyacım var. Kendine çok yükleniyorsun diyor Ece, yapma böyle. Herkesi her şeyi kurtaramazsın. Bazen olayların öyle olması gerekir, bazılarının canının acıması, üzülmesi gerekir, bazılarının ölmesi gerekir. Biraz akışına bırakmayı öğren, eninde sonunda her şey olacağına varır, hem olaylara müdahale etme hakkını sana kim verdi. Kim gelip sana beni kurtar dedi, belki o hayatından çok memnun ne biliyorsun? Sen sadece insanları kendine göre yargılıyorsun, bunu hayatı kötü gidiyor onu kurtarmalıyım, yardıma ihtiyacı var. Nerden biliyorsan sana göre belki yardıma ihtiyacı var ama senden yardım istedi mi. İstemediyse neden uğraşıyorsun bırak, görme, bilme, yapma. Herkesi kurtaramazsın bir daha söylüyorum. Yıpratma kendini bu kadar.  Ece git başımdan diyorum sana ihtiyacım yok.  Senden de senin nutuklarından da bıktım usandım artık. Şu an en son ihtiyacım olan senin nutukların. Ama Ece gitmiyor başımdan söylenmeye devam ediyor. Bak ben sana demiştim o adam sana göre değil diye. Kaç defa daha kalbin kırılacak. Hep yanlış adamlara âşık oluyorsun sonra gelip boynumda ağlıyorsun. En başından beni dinlesen bunlar böyle olmayacak. Sakalımız yok ki laf anlatalım. Hep kafanın dikine gidiyorsun. Gidiyorsun da ne oluyor. Of Ece sus. Ece yolumu kaybettim. Neredeyim bilmiyorum, çıkış yolum var mı onu da bilmiyorum. Birileri beni takip ediyor, nefesini ensemde hissediyorum. Sen olsaydın yine bir saat nutuk atardın bana. Yoksa seni dinlemediğim için sen mi takip ediyorsun beni. Ama sen sadece konuşursun, konuşarak öldürürsün adamı. Hem koşmayı sevmezsin ki, bu olay sana göre değil. Peki, Ece de değilse kim beni takip eden. Of çıldıracağım. Acilen çıkış yolu bulmam gerek.

Uzaktan gelen seslerde neyin nesi? Ambulans sesine benziyor. Şu an çok uzakta ama gitgide yakınlaşıyor sanki. Bu kadar dinlenmek yeter biraz daha hızlı koşmam lazım. Ama sesleri de çok merak ediyorum nerde kaza oldu acaba, ya da kim hastalandı. Ben neredeyim onu bile bilmiyorum. Sesin geldiği tarafa doğru koşuyorum belki birkaç insan görürüm de nerede olduğumu sorarım. Sağa dönüyorum daha önce hiç görmediğim bir sokak. Daha önce bu sokağı görseydim hatırlardım kesin. Diğer sokaklara göre daha aydınlık, yolun iki tarafı da ağaçlarla kaplı. Ağaçlar yolun iki tarafına sarkmış ve yoldan ağaçların altından geçerek geçiyorsun. Adeta sokak beni çağırıyor bırak diyor her şeyi dışarda bana gel. Gel, gel diye kulaklarıma fısıldıyor. Çağrıya kayıtsız kalamıyorum, o güzel büyüleyici ki arkamdan birini beni takip ettiğini bile unutuyorum. Neredeyim, nereye gidiyorum önemi yok artık. Çağrıya kayıtsız kalamıyorum ve yolda yürümeye başlıyorum. Koşma diyor bir ses yolun tadını çıkar bugüne kadar çok koştun yeter artık yavaşla.

Kızım bu hafta Cuma yemeğe gelecektin hani sen çok seviyorsun diye dolma yapmıştım 11 e kadar bekledim seni sonra kanepede uyuyakalmışım diyen annemim sesi kulaklarımda. Ben sana söz falan vermedim anne ne diye yordun ki kendini, ben sana gelirim dedim mi demedim. Ee sen niye gelecekmişim gibi hazırlık yapıyorsun her hafta. Anne yoğunum ben, çok çalışıyorum beni anlayacağına sürekli gel gel diye baskı yapıyorsun. Yoruldum anne yoruldum bıktım. Senin dizinin dibinde oturamam sürekli diye bağırmıştım anneme. O gün toplantıya girecektim toplantı öncesi zaten çok gergindim onun sitemlerini dinleyemeyecek kadar çok hem de. O ise hiçbir şey diyememişti. Bilseydim onun son konuşmamız olacağını öyle yapar mıydım? İnsan ailesini özellikle de annesini demirbaş gibi hissediyor. Sanki sürekli her daim senin yanında olacakmış gibi. Ama olmuyor işte gün geliyor uçup gidiyorlar sen de ne olduğunu anlamadan okyanusta kızgın dalgaların ortasında su alan bir kayıkla ne yapacağını bilmez halde kalmış gibi afallıyorsun. Gerçekler buz gibi vuruyor yüzüne. O artık yok. O artık yok. O artık yok. Duyunca ağzımdan çıkan tek cümle bu oldu. Ağlamaya başlıyorum. Gözyaşlarım beni boğsun istiyorum. O kadar aksın ki sel olsun boğsun beni. Ağlama diyor ağaçlar ağlama sadece koş.

Ne olduğunu anlamıyorum önce koş mu dedi mi ağaçlar bana. Bir bakıyorum yolun sonuna gelmişim. Ne tarafa gideceğimi bilemiyorum önce. Takip devam ediyor, peşimdeki ayak sesleri hızlanıyor. Bir an önce karar versem iyi olacak. Sağ mı sol mu, sağ mı sol mu? İki yola da bakıyorum ikisi de karanlık. Sola gitmeye karar veriyorum. Siren sesleri hızlanıyor. Ambulans yakınlarda olmalı diye düşünüyorum. Hızla koşmaya başlıyorum. Nefes nefese koşuyorum. Siren sesleri çok yakın. Sus artık sus diye bağırıyorum. Seslere tahammülüm yok hiç de olmadı. Başka bir sokağa sapıyorum, biraz ilerleyince ambulansı görüyorum yerde kanlar içinde bir kadın yatıyor. Bana ne kadar benziyor diye düşünüyorum. Benimle aynı kıyafetleri giymiş. Siyah kot pantolon, beyaz gömlek, saçları benimle aynı renk. Sadece tatsız bir tesadüf diye düşünüyorum. Hem ben ayaktayım, koşuyorum. Aynı anda iki yerde birden olamam ki. Kadının yüzüne bakmaya korkuyorum. İnsanların tüm güçleriyle kadını kurtarmaya çalışıyorlar ama kadın kötü yaralanmış, işleri zor gibi görünüyor. Birden ekipten biriyle göz göze geliyorum bana bakıyor ve eliyle diğerlerine beni gösteriyor. Ekip kadını bırakıp benim peşime düşüyor. Daha hızlı koşmalıyım, daha hızlı koşmalıyım diye söyleniyorum. Aynı sokaklardan evlerden geçiyorum, sokaklar labirent gibi çıkışı bulamıyorum bir türlü.  Nefes nefese kaldım ve son hızla bir sokağa giriyorum sokağın darlığından boğulacak gibi oluyorum, sanki duvarlar üzerime geliyor. Ekip tam arkamda nefeslerini ensemde hissediyorum. Koşuyorum son hızla. Arkama bakıyorum ne kadar yakınlar diye o esnada duvara tosluyorum. Çıkmaz sokağa gelmişim, inanmıyorum çıkmaz sokak. Duvara bakıyorum çok yüksek tırmanmam mümkün değil. Başka çıkış var mı diye etrafa bakınıyorum yok çıkmaz sokak burası giriş var çıkış yok. Yolun sonun geldim. Çok yorgunum, biraz dinlenmem lazım, zaten ekip birazdan burada olur çok yaklaştılar. Bak geldiler bile. Hep birlikte hadi gidelim diyorlar, hayır diyorum ben gitmek istemiyorum, çok yorgunum. Ben gitmek istemiyorum.


1 Eylül 2016 Perşembe

Umudunu Kaybeden Adamın Hikayesi


            Bu hikaye uzun zaman önce umudunu kaybeden bir adamın hikayesi. Bu hikaye benim hikayem. Dolayısıyla da umudunu kaybeden adam da ben oluyorum. Nasıl olur, olur mu öyle saçma şey insan hiç durup dururken umudunu kaybedermiymiş dediğinizi duyar gibiyim. Kiminiz kulak asmayacak, kiminiz saçma bulacak, kiminiz ise ilginç bulacaksınız hikayemi. Ama ne olursa olsun kayıtsız kalmayacaksınız, belki siz de umudunuzu kaybettiniz de haberiniz yok. Şimdi koltuklarınıza yaslanın da  hikayeme kulak verin.

            Herşey bir anda oldu. O kadar hızlı olduki nasıl olduğunu anlayamadım bile. Bir gün içinde olup bitti herşey. Tıpkı Murakami romanlarında oluduğu gibi  başıma gelen bir dolu tuhaf olaydan sonra umudumu tamamen sonsuza kadar kaybettiğimi anladım. Bundan tam iki yıl otuz dokuz gün altı saat önceydi benim için gayet sıradan bir sabah başlamak üzereydi.

 Ben gayet sıradan bir adamım. On beş yıldır aynı işyerinde sıkıcı olan işimi yaparım. Her gün işe gider gelirim. Sıkıcı olsa da bir işim var diye sevinirim ne de olsa ülkedeki işsizlik malum günden güne artmaktayken işten sıkılmak bana şımarıkça gelir. Öyle büyük zevklerim, istek ve arzularım yoktur. Rutini severim, değişiklikten hoşlanmam. En ufak değişiklik bile bende tedirginlik yaratır. Ev iş arası mekik dokurum. Kahvaltı en sevdiğim öğündür hiç kaçırmam. Yürüyüş en sevdiğim spordur. Hafta sonu en büyük zevkim sahilde yürüyüş yapmaktır. Bekar ve çocuksuzum. Gördüğünüz gibi gayet sıradan bir insanım. Yolda karşılaşsak dönüp bana bakmazsınız bile. Bunları size niye mi anlatıyorum belki  birazcıkda olsa beni tanımanız için. Her neyse lafı fazla uzatmadan konumuza başlayalım.

Nerde kalmıştık. Evet hatırladım. Benim için gayet sıradan bir gün başlamıştı. Günlerden Pazartesi miydi, Salı mıydı… Yok yok cumaydı evet evet şimdi hatırladım kesinlikle cumaydı. Sabah altı buçukta kalktım hergün o saatte kalkarım hiç şaşmaz. Demiştim size ben rutini severim diye. Kahvaltımı hazırlamaya başladım.  Öncelikle kahvemi demledim. Mis gibi kahve kokusu tüm evi doldurken domates ve salatalık doğradım. Peynirli omlet yaptım, ekmek kızarttım. Kızarmış ekmek kokusu kahve kokusuna karıştı. Sofraya zeytin, peynir, reçel koydum işte kahvaltım hazırdı. Hazırladığım kahvaltıya baktım ve işte benim zevkim de bu diye düşündüm. Basit hayatımın basit zevkleri. Gün normal başlamıştı görünürde tuhaf olan herhangi bir şey yoktu. Kızarmış ekmeğime terayağı sürdüm, kahvemden bir yudum aldım. Omletimi yemeğe başladım. Ama tuhaf olan ne yersem yiyeyim hiçbirşeyin tadı yoktu. Acaba hasta mı oluyorum diye düşündüm. Hasta olmayı hiç sevmem, hasta olmak benim rutinimi bozar ve ben bundan hiç hoşlanmam. O yüzden hasta olmamak için büyük çaba gösteririm. Asla kendimi terletmem, üşütmem, hasta olan biriyle toklaşmam çok dikkat ederim. Hastalığı önlemek için türlü türlü bitki çaylarım vardır. Ihlamur, zencefil, tarçın, adaçayı, papatya, melisa ve bunun gibi birçok bitki. Vücudumda herhangi bir hastalık belirtisi, kırgınlık yoktu. Zaten o günden sonra yediğim hiçbirşeyden tat alamadım. Sonradan anladım ki  umut hayata tat katıyormuş, umut olmadan hayatın tadı yokmuş.

Yıllardır ilk defa kahvaltı yapmadan evden çıkmıştım ve bu benim sinirlerimi bozmuştu. İşe doğru yola koyuldum. Gariplikler bitmek bilmiyordu. Bu sefer de renkler birer birer hayatımdan çıkıyordu. Önce yeşil çıktı hayatımdan doğadaki yeşilleri yok edilip yerine binalar dikilirken ses çıkarmayışımızın intikamını alırcasına gitti soldu tüm yeşiller, yerine taş binaların soluk grisi kaldı. Ardından mavi gitti. Kirlettiğimiz gökyüzü  ve denizlerimizin mavisi. Ardından beyaz gitti. Saflığın, masumiyetin rengi beyaz. Bütün renkler beni terk ediyordu. En son kırmızı gitti. Kanın, tutkunun ve şehvetin rengi kırmızı. En çok kırmızın gitmesine üzüldüm en sevdiğim renk kırmızıydı. Geriye tek renk kalmıştı  o da griydi. Çok güzel diye düşündüm. Tatsız tutsuz bir hayattan sonra şimdide renksiz bir hayat. Sonradan anladım ki umut aslında hayata renk katıyormuş, umut olmayınca hayatın rengi de soluyormuş.

Gözlerim yeni renklere hemen alışıverdi, sanki renkler hiç olmamış gibi. Her zaman insanoğlunun hayatta kalma becerilerine hayran kalmışımdır. Başına ne tür felaket gelirse gelsin her zaman hayatta kalmayı başarır ve her duruma bir şekilde ayak uydurmasını bilir. Bende yeni durumuma hemen ayak uydurmuştum. Arabamı çalıştırdım ve işe doğru yola koyuldum.  Bakalım günün geri kalanında beni ne gibi süprizler bekliyor die düşündüm. Her zamanki gibi trafik vardı. Trafik her zamanki gibiydi de ben her zamanki gibi değildim. Normalde çok sakin bir insan olmama rağmen bugün sanki içime canavar kaçmıştı. Tüm trafik kurallarını ihlal ettim, diğer sürücülerle kavga ettim dolayısıyla işe de geç kaldım. Nerde kaldın diye meraklanan amirime öyle bir bağırdımki kadıncağızın suratındaki ifadeyi hiç unutamıyorum. Sanki vücudumda bir virüs vardı ve yavaş yavaş tüm hücrelerimi istila ediyordu. Beni ben yapan tüm değerlerim yavaş yavaş yok oluyordu. Sabır, nezaket, hoşgörü, tahammül, sakinlik.

Sonradan anladım ki  umut aslında güneş gibiymiş azıcık çıkması bile içimizi ısıtmaya, bizi insan yapmaya yetiyormuş, yokluğu ise kalplerimizi buz kestiriyormuş. Umut gidince yüreğim ayaz kesti, tüm kanım çekilde sanki. Yaşıyordum evet buna yaşamak denirse yaşıyordum. Görünürde ben yine eski bendim ama çok büyük bir parçam da bir daha geri gelmemek üzere yok olup gitmişti.  İşte böyle dostlarım benim hikayem.


Marika- 3 Büyük Aşkların Yıkımları Büyük Olur

Tanışmalarının üzerinden bir ay geçmeden adam evlenme teklifi etmiş kadın hiç düşünmeden kabul etmiş. Hemen evlenmişler. Kadının ne ailesi ne arkadaşları gelmiş düğüne. Kadın buruk ama çok mutluymuş. Cicim ayları çok kısa sürmüş. Önce kadını beğenmemeye, eleştirmeye başlamış. Saçının rengi hiç güzel değil, çok kilo aldın, gözaltların kırışmış, o etek ne öyle, çok zevksizsin, yaptığın yemekler hiç lezzetli değil, çok beceriksizsin. Bitmek bilmeyen kınamalarla günler geçiyormuş.

 İlk büyük kavgamızı yemek yüzünden yaptık inanabiliyor musun?  Çorba çok tuzlu olmuş diye tencereyi kafamdan aşağı boşalttı. Ben naptım peki sustum, dikkat edeceğime dair özür diledim, beni terk etmemesi için yalvardım.  Bu olay yaklaşmakta olan felaketin habercisiydi. Ben sustukça, alttan aldıkça şiddetin dozu arttı. Sürekli kendimi suçluyordum, daha güzel olsam, daha lezzetli yemekler yapabilsem, daha genç, daha zayıf, daha alımlı olsam her şey daha güzel olacaktı ama ben ne onun istediği gibi değildim ve hiçbir zaman olamayacaktım. Bunu kabul etmem uzun zaman aldı. Önceleri değişmeye çalıştım. Zayıflamak için deli gibi rejim yapıyordum, ölümüne. En sevdiğim tatlı olan sufleden bile vazgeçtim inanabiliyor musunuz? Sadece sebze yiyordum, hatta yemiyordum sebzelerin suyunu sıkıp içiyordum.

Bunu söylerken yüzünü buruşturdu. Kadının yüzünün aldığı hal Marika’ yı çok güldürmüştü. Kadın da gülmeye başladı. Biraz brokoli, kereviz sapı, havuç az biraz da zencefil hepsini karıştır, burnunu tıka iç bakalım içebiliyorsan. Ama aşk için yapıyordum. Zannediyordum ki bu çabalarımı görecek ve bana daha çok âşık olacak, nerde o ise sadece dalga geçiyordu.  Zamanla açlıktan ve yediğim dayaklardan, işittiğim hakaretlerden iyice sinirlerim bozulmaya başladı.  Gün içinde sebepsiz yere ağlama krizlerine girmeye başlamıştım.  Sinirlerimi yatıştırması için sürekli kocamın verdiği ilaçları içiyordum, sabah kalkınca iki tane akşam yatmadan önce iki tane. İlaçlarımı hiç aksatmıyordu, akşam ilaçlarımı veriyor alnıma öpücük kondurup beni yatağıma yatırıyordu. Sabaha kadar deliksiz uyuyordum ama kafam sürekli kazan gibiydi, sanki biri kafamın içinde sürekli davul çalıyor gibiydi. Kulağımın içindeki davul sesi bitmek bilmiyordu, beni iyice delirtiyordu. Her şeyden, herkesten korkar olmuştum, artık çok sevdiğim işime bile gidemiyordum. İşin idaresini kocam almıştı, arada bir imzalamam gereken kâğıtlar getiriyor ben de ne olduğuna bile bakmadan imzalıyordum.  Uçurum dibinde duruyor elimi uzatmış sevdiğim adamın beni kurtarmasını bekliyordum o ise elimi tutmak yerine beni uçurumdan aşağı yuvarlamak için fırsat kolluyordu.  Hayatımın tüm idaresi başkasının ellerindeydi, celladımın ellerinde.

Ohh… Sanki ciğerlerine bundan başka hiç nefes gitmeyecekmişçesine derin bir nefes aldı. Gözyaşlarını sildi. Kahvesinden son yudumunu alarak devam etti. Sonun başlangıcındaydım artık hiç kimse bana yardım edemezdi.  Kocamın en son bana yaptığı o güne kadar yaptıklarının yanında önemsizmiş meğer.  Salı günüydü hiç unutmuyorum uzun bir süreden sonra şirkete gittim. Üç gündür ilaçlarımı içmiyordum. Bu Şule’nin fikriydi. Şule en son beni iki ay önce Nermin’in düğününde görmüş ve gözlerine inanamamıştı. Sana bir çeki düzen vermemiz gerekiyor demişti. Bana ulaşmaya çalışmış, defalarca eve gelmiş, telefon etmiş hiçbir sonuç alamamış. En sonunda olanları eve düzenli olarak temizliğe gelen kadından öğrenmiş. Tabi bu hizmeti karşılığında kadına bir miktar para ödemek zorunda kalmış. İlaçları içme diye haber gönderdi kadından ben de içmedim. En sonunda 3 gün sonra kafam biraz toparlanır gibi oldu ve işe gitmeye karar verdim.

 Midem açlıktan kıvrılıyordu, şöyle güzel çift kaşarlı tost söylesem mi diye düşündüm yanında da mis gibi taze demlenmiş çay. Bu ikiliyi düşünmek bile ağzımı sulandırmıştı, ama boy aynasına bakınca vazgeçtim, daha vermem gereken kilolar vardı. Şimdi düşünüyorum da o gün aynaya biraz daha dikkatli baksaydım mutsuzluktan ölmek üzere olan bir bir kadın görürdüm ama o sıralar tek ilgilendiğim fazla kilolarımdı. Güvenliğe geldim, güvenlik beni içeri almadı.

İsmail, neler oluyor burada. Benim şirketim ne demek içeri giremem.
Beyefendinin kesin talimatı var hanımefendi sizi içeriye alamayız.
Ne demek oluyor bu talimat falan o da kim oluyormuş.
Kesin talimat efendim sizi alamam.
Burayı ben kurdum. Seni ben işe almadım mı İsmail. Burada kimse yokken sadece ikimiz vardık. Kendi ellerimle inşa ettim ben burayı.
Tamam, efendim sakin olun lütfen.
Bana sakin ol deme sakın sakin ol deme. Artık avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Çabuk onu çağır buraya.
Burada değil efendim kendisi.
Bundan sonra olanları hatırlamıyorum. Şule’nin anlattığı kadarını biliyorum. Gözümü açtığımda hastanedeydim. Deli gibi bağırmışım, İsmail’ in yakasına yapışmışım. Beni bir türlü zapt edemiyormuş, elime bir taş parçası alıp camları kırmışım, kocamın arabasını parçalamışım. En son ambulans çağırmışlar, sakinleştirici yaparak zorla sakinleştirmişler beni.  Bütün bu olanları tüm şirket izlemiş bu arada kocam da içerdeymiş, korkudan yanıma gelememiş.
İki gün hastanede kaldım bu arada şirketin avukatları tarafından tebligat geldi. Bana ilaçları verip uyutarak işime, evime, tüm malvarlığıma el koymuş. Dımdızlak, beş parasız ortada kaldım anlayacağınız. Onunla beraber olabilmek için o kadar çok kişiyi karşıma almıştım ki geri dönmeye, hata yaptım sizi dinlemeliydim demeye utanıyorum. İşte benim hikâyem böyle çok büyük bir aşk sonrası büyük bir yıkım. Şimdi biraz kafamı toplayıp, kendimi yeniden inşa etmeye çalışacağım. Eski yıkıntılarımdan yeni bir ben yaratabilir miyim diye bakacağım.

Marika dikkatle dinlemişti kadının hikâyesini. Aşk böyle bir şey demişti ne kadar büyük olursa yıkımı da o kadar büyük oluyor. Merak etmeyin biz kadınlar ölsek de başka bir bedende tekrar dirilebiliriz yeter ki kendinize inanın, o güç sizin içinizde mevcut.

Bir saat öncesine kadar birbirine yabancı iki kadın şimdi aşkta buluşmuş, kendi büyük yıkımlarını düşünüyorlardı sessizce.